Osamu Dazai’nin intihar ettiği 1948’de yayımladığı otobiyografik romanı ‘Bir Maskenin İtirafları’yla dünya çapında tanınan Yukio Mişima; birey, tarih ve toplum temalı metinleriyle dikkat çekmişti.
Japonya’da 1900’lerin başından itibaren gelenek-yenilik çelişkisiyle birlikte, Batı’ya açılmanın yarattığı toplumsal gerilimlerin anlatıcılarından biri olan Mişima, eski aristokratlar ve zenginler arasındaki çekişmeye de, 1930’larda henüz küçük bir çocukken tanıştığı faşizme de yer vermişti romanlarında. Saray geleneklerini ve samuraylıktaki çürümeyi anlatan Mişima, insan doğasının karanlık noktalarını ve modernliğin içinde debelenen kişiyi de hikayeleştirmişti.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’da bocalayan bireyi hayatından hareketle çözümleyen Mişima; saplantılı arzulara, kinlere, çaresizliğe, yabancılaşmaya, şöhretin getirdiği tedirginliğe, duygusal değişimlere ve savruluşlara dair kalem oynatmıştı.
Erkek egemen ve geleneklerin gölgesindeki Japonya’da eşcinselliği, Mişima’yı hem toplumla hem de edebiyat çevreleriyle ters düşürüyordu. Bu uyumsuzluğun etkilerini azaltmak için maskelerin ardına gizleniyordu zaman zaman.
Otoriter kadınlar arasında büyüyen, topluma uyum sağlayamayan ve iç sıkıntıları bulunan Mişima’ya göre ölüm, çelişkilerin ve karanlıkların, fanatizmin kol gezdiği ve şiddetin her köşe başında beklediği fakat mücadelenin de son âna kadar sürmesi gerektiğini söylediği yaşamda, bir başkaldırı anlamı taşıyordu. Yazar bunu, 1927’de Akutagawa’nın, 1948’de Dazai’nin ve 1972’de Kawabata’nın yaptığı gibi 1970’te gerçekleştirdi.
Mişima, yaşamıyla benzerlikler taşıyan ve kendisi gibi intihara meyilli, yirmi yedisindeki Hanio Yamada’yla tanıştırıyor bizi ‘Satılık Hayat’ta. Tanıdığından ve bildiğinden başka bir Japonya’yı, bir gazete ilanıyla yaşamını satılığa çıkaran Yamada’yı merkeze alarak tasvir ediyor Mişima.
‘CENNETTE BAŞ AĞRISI OLMAZ’
Yamada’nın intihar girişimine sürüklendiği Japonya, Mişima’nın gözünde, özünden ve geleneklerinden uzaklaşmış, Amerikanlaştırılan ve 1945 sonrası bir sis bulutunun içine girmiş bir ülke.
Reklam metni yazarı Yamada, başarısız girişiminden sonra öldüğü hissine kapılıp “cennette baş ağrısı olmaz” diye düşünürken terk etmeye uğraştığı dünyanın tam ortasına düştüğünü anlıyor. 1960’ların Japonyası’na keşmekeşin hakim olduğunu görüp bocalayan Yamada, aşk acısı çekmemesine ve maddi sıkıntısı olmamasına rağmen “bir piknik planlar gibi” aniden ölme fikrine kapılıyor. Bu fikri besleyen şey ise yaşamanın anlamsız olduğuna hükmetmesi. Fakat başaramayınca önünde bomboş ve tamamen özgür olduğu bir dünyanın kapıları açılıyor; işinden istifa etmekle kalmıyor, bir gazeteye satılık hayat ilanı veriyor. Yani yaşayarak intihar etmeyi veya benliğini silikleştirmeyi tasarlıyor: “Hayatımı satıyorum. Benden dilediğiniz amaç için gönlünüzce istifade edebilirsiniz. 27 yaşında bir erkeğim. Mahremiyetinizin ve kişisel bilgilerinizin korunması teminatım altındadır.”
Satılık hayat ilanı, Yamada’nın iç sıkıntısının bir yansıması olduğu kadar, reklamcılık refleksiyle insanların hayal gücünü harekete geçirmeye çalıştığı bir eylem. Haliyle gelen yanıtlar da ilanın kendisi kadar absürt. Eşiyle sorun yaşayan ihtiyar bir adamın istekleri, casusluk teklifleri, eğlence arayanlar bunlardan bazıları.
Öte yandan Yamada’nın amacı, bitmesinden endişe duymadığı yaşamdaki zevkli anları artırmak: “Onun halihazırdaki işi, her an katledileceği önsezisiyle eylemi sürekli uzatmaktı. Şüphesiz böyle bir korku ve endişeye maruz kalmak, çoğu insanın cinsel hazzına turp sıkardı fakat Hanio için durum hiç de öyle değildi. Ağzı sonuna kadar açılmaya kalmadan ölecekti. Fakat ölüm denen tuhaf mekânı daha önce de deneyimlediğinden ziyanı yoktu. Aslolan öteki tarafa göçene kadar, bu tarafta artık anlardan ibaret kalan hayattı. Yapması gereken işte bu kısacık kalmış hayatın anlık zevklerini uzatmaktı.”
Yamada, bilge bir nihilist ve yenilgiyi kabullenmiş biri olarak içindeki boşluğu doldurma ve hatta uzatmaları yaşadığı hayatını bir parça anlamlandırma amacıyla veriyor bu ilanı. Ardından kendisine buyurulan işleri yapmaya koyuluyor. Ancak işin tadı kaçıp heyecanın dozu haddini aşınca mesele bir anda cinayet soruşturmasının, şüphelerin ve kovuşturmaların bulunduğu polisiye bir hal alıyor.
Kendisini topluma bağlayan hiçbir şey kalmadığını, bir kez öldüğü için herhangi bir sorumluluğun yoluna engel oluşturmayacağını düşünen Yamada, yine de aldığı bir sipariş sonrasında işlenen cinayetin üzerine yıkılıp yıkılmayacağını bilemiyor. Hayatını satıp sağ kalırken kendisini satın alan kişiyle bağlantılı bir cinayetin odağında bulunmanın absürtlüğünü en şiddetli şekilde hissediyor.
‘YAŞAMAYI SÜRDÜRME NEZAKETİ’
Mişima, ‘Satılık Hayat’ta hem bir var oluş hem de polisiye hikayesi kurgulamış. Hayatını satılığa çıkarıp yaşayarak ve kendisine verilecek buyruklarla kısa sürede ölmeyi amaçlayan fakat intihar gibi bunu da başaramayan Yamada’nın içine düştüğü ikinci boşluk bir cinayet soruşturmasıyla, kovalamacayla ve kuşkularla şekilleniyor. Üstelik kullanıldığını hisseden Yamada, “hayatın anlamsız ve insanların da kukla olduğunu” düşünüyor bu süreçte. Dolayısıyla kendisinin de bir piyon olarak sahaya sürüldüğünden endişeleniyor.
Verdiği ilandan sonra Yamada’nın başına gelenler bunlarla sınırlı değil: “Biri tarafından sevilmek bezdirici bir düşünceydi, üstelik bu kadar çirkin bir kadın tarafından sevilmek ve sonunda kadının bu sebepten canına kıyması… Başına böyle şeylerin gelmesi gerçekten de inanılmazdı. Hayret edilesi bir şeydi: İki kere hayatını başkalarına satmaya yeltenmiş, ikisinde de başkalarının canından olması gibi nahoş bir durumla karşılaşmıştı. (…) Artık ölü bir insandı. Bir yandan, ahlaktan, duygulardan, yani her şeyden azat olduğunu, tamamen özgür olduğunu düşünürken, öte yandan, ölen kadının aşkının ağır yükü zihnine yapışmış, gitmiyordu. Hani başka insanlar, onun için hamamböceğinden farksızdı?”
Mişima, ömrü boyunca kendisini rahatsız eden, yaşamını sekteye uğratan ve sağlığını bozan pek çok düşünceyi ve olayı, yarattığı karakterlerin sırtına ironi ve mizahla yüklüyor. Verdiği ilandan sonra Yamada’nın yaşamı ve tanık olduklarını, yalan ve gerçek dışı diye niteleyişi, yazarın zihnindekilerle bir noktada buluşuyor; “yaşamayı sürdürme nezaketi gösteren” Yamada ile onu yaratan Mişima yan yana geliyor. Yaşamını satılığa çıkarınca intihar girişiminin öncesine göre daha büyük sıkıntılar içine düşen Yamada’nın uzun zaman sonra şehirde yüzleştiği insanlara dair düşündükleri, söz konusu birlikteliği perçinliyor: “Hanio’nun uzun zamandır ilk kez gördüğü şehir merkezinin hiçbir yerinde en ufak bir ölüm havası yoktu. İnsanlar hiçbir şey hissetmeden ve düşünmeden yaşadıkları hayatlarına boğazlarına kadar batmış durumdaydılar. Tabiri caizse insan hayatı turşusu misali dolaşıyorlardı ortalıkta. ‘Şu insanların arasındayken ben de ekşi bir turşu oluyorum’ diye geçirdi içinden.”
İnsan hayatının anlamsız olduğunu söyleyen ve bu anlamsızlık içinde yaşama enerjisi bulurken karşılaştığı pek çok absürtlüğe ve yalana direnen Yamada, kendisine hayran olduğu kadar şaşırıyor da. Birden beliren ve insanın rahatını bozan anlamsızlığa karşı ayakta kalmayı becerdiğini ve etrafını kuşatan yaşama fakirliğini daha iyi kavrayabildiğini düşünüyor.
Mişima, önce intihar girişimiyle ardından verdiği ilanla yaşamının seyri değişen Yamada karakteri etrafında kurguladığı ‘Satılık Hayat’ta bir var oluş ve nihilizm hikayesi anlatıyor. Bu hikaye, anlamsızlık ve boşluk kıskacındaki Yamada’nın gerçekliği zorlayan absürt olaylar karşısında, yaşama bir şekilde tutunuşuyla ve ölümün kendisini izlediği oyunlara direnşiyle de şekilleniyor.